Moda Tasarımcısı Tuğba Atasoy
Moda Tekstil ve Tasarımı Bölümü’nü birincilikle bitirdikten sonra grafik tasarımı alanında yüksek lisansı yapan, genç, dinamik, çalışkan ve işine aşık bir moda tasarımcısı Tuğba Atasoy.
Türk moda endüstrisinin önde gelen etkinliklerinden biri olan ve marka organizasyona dönüşen Fashion Week İstanbul’da bu yıl ilk kez yerini alan Atasoy ile burada sergilediği “Retrofication” isimli koleksiyonu başta olmak üzere modaya bakış açısını, bir couture tasarımcısı olarak tarzını ve Türk hazır giyim sektörünün geleceğiyle ilgili öngörülerini konuştuk.
Öncelikle bize kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Yeditepe Üniversitesi Moda Tekstil ve Tasarımı Bölümü mezunuyum. Bölümümü birincilikle bitirdim. Biraz çalışkan bir öğrenciydim. Sonrasında yine aynı üniversitede Grafik Tasarımı bölümünde yüksek lisans yaptım. Yüksek lisansımın ardından sektörde biraz çalıştım ve stil danışmanlığı yaptım. Biraz hızlı denebilir belki ama sonrasında kendi yerimi açtım ve Nişantaşı’nda ilk showroomumu hayata geçirdim. Gençliğin verdiği heyecan ve güçle daha cesur oluyor insan. Kurumsal bir firmada çalışmadığım için de çok tecrübeli değildim aslında ama bir şekilde hayat beni o noktaya getirdi. Deneyimlerimi kendi işimde edindim. 10 yıldır kendi markamla sektördeki varlığımı sürdürüyorum.
Sizi en iyi şekilde tanımlayacak 3 kelimeyi sorsak ne derdiniz?
Ben “yenilikçi” bir insanım aslında ve bu kelime beni doğru tanımlar. Bu açıdan bakıldığında çağı yakalamak isteyen bir tarzım var. Zamanın ruhunu yakalamak da beni çok mutlu ediyor. Sade bir insanım aslında. Çalışkan olduğumu ve işimin de hayatımda öncelikli olduğunu söyleyebilirim. Çok çalışıyor ve bundan da büyük zevk alıyorum. Kendi ayaklarım üstünde durmak, kadın gücünü göstermek, kadınların kendi başına da her şeyi yapabildiğini hissetmek beni mutlu ediyor. Kadınlara örnek ya da ilham olabilme ihtimali bile onur verici, umarım bunu başarabiliyorumdur. Kadın istihdamını arttırmak ve kadını toplumda daha güçlü kılabilmek adına rol modellere ihtiyacımız var.
Tasarımlarınızın dilinden bahseder misiniz? İlham kaynaklarınız, etkilendiğiniz akımlar ve tasarımlarınızda öne çıkardığınız unsurlar nelerdir?
Markamı oluştururken de kendi giyim tarzımda da aynı felsefeyi benimsiyorum. Şöyle ki; giyinirken bazen yanılgıya düşüyoruz. İyi giyinmek; çok güzel tasarımlar giymek değil. Bu; size en uygun ve size yakışacak olanı, sizi en iyi hissettirecek tasarımı ya da tarzı seçmekle ilişkili. Çok güzel bir tasarım giyebilirsiniz ama o stilinize uygun değilse giydiğimiz kıyafet güzel olur ancak kişiyle bütünleşmez. Stil, tasarımın, tavrın, aksesuarın, saçın, makyajın ahenk içinde olması ile oluşur. Kadının muhteşem hissetmesi ve ışığını yansıtması önemli. Kendisini iyi hisseden kadın zaten parlar ve bir ışık huzmesi şeklinde gezer. Dolayısıyla asıl mantık kendi stilini yakalamak, fiziksel özelliklerine göre doğru giyinmek, böylece kendini iyi hissetmek. Ben de bundan yola çıkarak her zaman kadının kendini iyi hissedeceği ve içinde iyi görüneceği tasarımlara odaklanıyorum.
Biz tasarımcılar hayatın her alanından ilham alabiliyor ve yaşadığımız her olaya farklı bir gözle bakabiliyoruz. Kendi adıma söyleyebilirim ki; gezdiğim, gördüğüm, okuduğum, izlediğim, incelediğim ve yaşadığım her şey benim ilham kaynağım olabiliyor. Tabi araştırmalar da çok önemli. Derin araştırmalar yapmanız gerekiyor koleksiyon hazırlamadan önce. Sadece “Aklıma bir şey geldi, haydi yapayım” şeklinde yola çıkılmaz elbette. Zamanın ruhunu yakalamak son derece değerli. Hedef kitlenize doğru bir tasarım sunmak da öyle.
Hazır giyim markanızdan ve onu nasıl konumlandırdığınızdan da bahseder misiniz?
Hazır giyim markamı pandemi öncesi hayata geçirdim. “Eon” markamı da, “Tuğba Atasoy” gibi aynı felsefe ile oluşturdum. Sade, sofistike, kişinin kendini rahat ve iyi hissedeceği, içinde konforlu olacağı kıyafetleri önceliklendiriyorum. Özellikle son 2 yıldır pandemi nedeniyle konfor ögesi birinci öncelik haline geldi. Dolayısıyla kadınların kendilerini konforlu hissedeceği tasarımlar yapmaya özen gösteriyorum. Dünya gündemi, tarzlar ve trendler nelerse bunların da dışına çıkmadan ve kendi tarzımdan şaşmadan bir harmoni oluşturma gayretindeyim. Hazır giyim ürünlerimi design store’larda görebilirsiniz. Bu ürünlerin aynı zamanda ihracatını da yapıyorum. Ana etkenin yurt dışı pazarı olduğunu söyleyebiliriz. Markamızın ismini yabancı bir isim olarak belirledik çünkü Türk ismiyle global bir marka olma yolu daha zorlu.
Peki koleksiyonlarınıza ve hazır giyim markanızın ürünlerine nereden ulaşılabilir?
Hazır giyim markam kısa bir süre önce design store’larda satılmaya başlandı. Şimdi kısa bir ara verdik ama yakında tekrar başlayacağız. Benim kendi web sitemde ve Nişantaşı’ndaki showroomumda tüm ürünlerimize ulaşmak mümkün.
Bu yıl ilk kez Fashion Week İstanbul etkinliğine katıldınız. Daha önce neden bu organizasyonda yoktunuz? Etkinlikten nasıl bir deneyimle ayrıldınız?
Fashion Week İstanbul benim için çok güzel geçti. Koleksiyonum ve tasarım dilim beğenildi ve çok güzel geri dönüşler aldık. Daha önce de belirttiğim üzere uzun süredir sektördeyim ve yeni bir tasarımcı değilim ancak Fashion Week İstanbul ile yollarımız bu son organizasyonda kesişti. Çünkü etkinlik, içinde bulunduğumuz pandemi koşullarında dijital ortama taşındı ve bu süreç benim çok ilgimi çekti. Tabi daha önce ben de moda şovları düzenliyordum ancak dünya artık her alanda dijital trendlere kayıyor. Organizasyonun da buna ayak uydurması beni çok etkiledi. Tüm tasarımcı arkadaşlarımın defilesini izledim ve fark ettim ki şovların dünyaya yayılımı son derece hızlı oluyor. Canlı bir defile ile aynı etkiyi hissetmiyorsunuz belki ama “Durmadan çalışıyoruz, hâlâ varız ve çalışmaya da devam edeceğiz.” mesajını net bir şekilde alıyorsunuz. Doğru kullanıldığında canlı bir moda defilesi kadar başarılı bir sonuç alınabildiğini görmüş olduk açıkçası.
Koleksiyonuzun ana teması neydi, programda ne ile öne çıktınız?
Koleksiyonumuzun ana teması 1970’lerdi ve her ne kadar adı “Retrofication” olsa da çok retro değil. Çıkış noktam vintage olsa da çağdaş görünümler ile harmanladım. 70’ler döneminin temasını küçük detaylarda kullandım. Pandemide epey bir süre evlerde oturduk ve herkes bu süreçten etkilendi. Dünyada bizim nesilin ilk kez yaşadığı ve deneyimlediği bir dönem. Bu yönüyle de göz ardı edilemez bir durum oldu hepimiz için. Pandeminin etkileri kısmen azalmaya başlayınca insanlar evlerde toplanmaya ve birlikte vakit geçirmeye başladı. 1970’li yıllarda da çok fazla dış mekan olmadığı için insanlar daha çok evlerde zaman geçiriyormuş. Günümüzde de tablo benzer ve bu yönümüzle 70’lere bağlanıyoruz. Gelinen bu nokta da bizi “Kendi dünyamızı kurmak, kendi yaşam alanımızı oluşturmak” gibi bir sürece itti. Koleksiyonumuzu ve çekimlerimizi bu bakış açısıyla gerçekleştirdik.
Pandemiyle birlikte sürdürülebilirlik kavramı daha da öne çıkmaya başladı. Siz kendi tasarımlarınızda sürdürülebilirlik konusuna nasıl bakıyorsunuz? Sürdürülebilirlik sizin için ne ifade ediyor?
Pandemi sürecinde bir farkındalık oluştu sektörümüzle ilgili. Bilindiği üzere karbon emisyonları ve su kirliği gibi önemli faktörler belli oranda tekstilden kaynaklı. Bu nedenle hazır giyimden uzaklaşma noktasında insanlarda bir bilinç oluştu. Bundan 5-10 yıl önce verdiğim röportajlarda ve söylemlerde de belirttiğim üzere benim markam hiçbir zaman böyle bir sistemin üzerine oturmadı. Hızlı moda ya da “kullan at” tarzı bir yaklaşımı benimsemedim tasarımlarımda. Her zaman gardrobunuzdaki klasik ya da en güzel parçaları tasarlamak üzerine kurulu markamın kimliği. Gelecek adına öngördüğüm trendlerde dahi “kullan at” tarzı bir ürün asla düşünmüyorum. Kendi markamı kurduğum yıllarda bu seviyede bir farkındalık yoktu insanlarda ve ülkemize Zara gibi markalar giriş yapmaya başlamış, “kullan at” tarzı ürünler yaygınlaşmaya başlamıştı. Yani düşük maliyetli polyester kumaştan üretilmiş ürünlerin kullanımı artmıştı o dönemde ama bunun sonunun nereye varacağını kimse düşünemedi. Ben bu zamana kadar hiçbir koleksiyonumda bu sistemi uygulamadım, her zaman doğal elyaftan yana oldum. Çok gerekli olmadığı sürece de hiç polyestere yer vermedim ürünlerimde.
O zamanlar sürdürülebilirlik başlığı altında ele alınmasa da kaliteli ve doğaya zarar vermeyen malzeme, iyi kumaş ve işçilik her zaman benim önceliğimdi. Bu açıdan bakıldığında sürdürülebilir bir üretim biçimi benim için en başından beri var olan bir kavram. Geri dönüştürülmüş kumaşlar ve malzemeler konusunda daha yeniyim. Bu ürünleri henüz çok fazla kullanmıyorum ama kullanmaya gayretliyim. Türkiye doğal malzemeler ve bunların üretimi anlamında çok zengin, ülkemizin bu zenginliğinin pek farkında değiliz. Bizim geleneklerimizde bu tür malzeme ve materyaller çok yaygın aslında ve bu alanda çok yetenekliyiz.
Bugüne dek sizin için en heyecan verici proje neydi?
Aslında yer aldığım her proje benim için son derece heyecan verici ve önemliydi. Çünkü bu işi yapmayı çok seviyorum. Fashion Week İstanbul’a katılmak da öyle. Orada ciddi bir ekip çalışması var. İzlediğiniz 3 dakikalık videounun arkasında günler, haftalar, aylar var. Yeni kurduğum marka da benim için son derece değerli, adeta bebeğim gibi. Tasarımlarıma askıda bakıp onları sevdiğim anlar oluyor bazen. Bu ürünü alan kişinin de mutlu olması benim için ekstra bir mutluluk kaynağı oluyor. Bu o kadar büyük bir tatmin ki. Ayrıca kurumsal firmalara da özel koleksiyonlar hazırlıyorum. Örneğin bazı kolejlerle çalışıyoruz ve öğrencileri giydirmek de son derece mutluluk verici.
Giyim stilini beğendiğiniz ünlüler kimlerdir?
Elbette giyim tarzını beğendiğim ünlüler var ama stil olarak herkes kusursuz giyinmiyor. Zaman zaman hepimiz kendimize yakışmayan şeyler giyebiliyoruz ama genel olarak Ece Sükan’ın tarzını çok beğeniyorum. Onun biraz vintage halini, sade tarzını seviyorum. Takılarla da zenginleştiriyor bu tarzını.
En çok beğendiğiniz yerli ya da yabancı moda tasarımcıları kimlerdir?
Açıkçası ben herkesi beğeniyorum, herkesi kendi tarzı ve kulvarında değerlendiriyorum. Zaten işimiz gereği tüm markaları inceliyor ve hepsine hakim oluyoruz. Bir sezon Chanel’i beğenirken bir başka sezon Jacquemus’u beğeniyorum. Bu biraz hazırlanan koleksiyonla alakalı ama tasarım olarak yapılan her şey güzeldir. Türk tasarımcıların da çoğunu beğeniyorum. Gerçekten tasarımcı kimliğine sahip, bu işin eğitimini almış, bu piyasada kendini kanıtlamış birçok tasarımcı var. Ayrıca dünyada da kendini kanıtlamış çok sayıda Türk tasarımcımız var. Bundan mutlu oluyor, ayrıca gurur duyuyorum. Kollektif anlamda baktığımızda tasarım sektörü olarak dünyada önde konumlanmamız, hem ülkemize, hem tasarımcılarımıza hem de tekstil ve hazır giyim sektörümüze katma değer sağlıyor.
Ülkemizin tekstil ve hazır giyim sektöründe geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye aslında iyi bir pazar. Hem üretim, hem malzeme konusunda çok güçlü ve zenginiz. Tasarımcılarımızın ve markalarımızın iyi bir noktaya gittiğini söyleyebiliriz. Önemli sektör dernekleri kuruluyor ve devlet de bu süreci destekliyor. Tekstilin yükselmesi için büyük bir çaba var. Bunu görüyor ve biz de Türk tasarımcısının gücünü dünyaya göstermek için gayret ediyoruz. Bu konuda çok yetenekli olduğumuzu düşünüyorum. Sadece dünya genelinde pazarlamamız daha iyi yapılabilir belki ama bunun için de önemli adımlar atılıyor. Ben Türk markalarının ve tasarımcılarının önünü çok açık görüyorum ve önümüzdeki dönemde daha iyi yerlere geleceğimizden eminim.
Son olarak dergimizin de adı olan “Önce İnsan” kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Öncelikle son derece anlamlı geliyor bana “Önce İnsan” kavramı. Daha öte ne olabilir ki? Söyleşimiz öncesi Yeşim’i inceleme şansı buldum. Çok değerli ve güzel çalışmalara imza atıyorsunuz. Bunun bir parçası olduğum için de mutluyum. Böylesine anlamlı çalışmaların sürmesi ve böyle anlamlı bakış açılarının birbirini bulması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ben de aynı bakış açısını taşıyorum ve “Önce İnsan” diyorum. Her şeyde insan önce gelsin ve doğa, moda, tasarım perspektifinden hayata anlam katsın.
Röportaj: Dilek Cesur